5 Ağustos 2013 tarihinde dünyanın ilk laboratuvar üretimi eti pişirildi ve yendi. Maastricht Üniversitesi’nden Profesör Mark Post liderliğindeki Hollandalı bilim insanları, bir inekten kök hücreler alarak bunları kas şeritlerinin arasına yerleştirdiler ve burada gelişmelerini sağladılar.
İngiltere’ nin önde gelen restoranlarından olan Couch’s Great House Restaurant’ ın şef aşçısı Richard McGeown tarafından pişirilen ve gıda araştırmacısı Hanni Ruetzler ile Jason Schonwald tarafından tadılan yapay et hakkında Ruetzler izlenimini şöyle ifade etti: ‘İçinde bir hayli aroma barındırıyor. Yağsız olduğunu biliyordum, bu yüzden ne kadar sulu olabileceği konusunda bir fikrim yoktu fakat yoğun bir lezzeti var. Et kadar sulu değil fakat kıvamı mükemmel. Bu, benim için tam olarak et. Gerçekten yenecek bir şey ve bence görüntüsü ete çok yakın.’ Tüm dünyanın şaşkınlıkla izlediği olay, geleceğe yönelik umut vaat ederken bazı soruları da beraberinde getirdi. Gelecekte geleneksel etin yerini alması durumunda hayvancılığın çevreye verdiği büyük zararı yok edecek ve aynı zamanda et üretimi için milyarlarca hayvanın acı çekmesi zorunluluğunu da ortadan kaldıracak mı? Öte yandan yapay ete ne zaman herkesin ulaşabileceği de merak konusu. Şimdi tüm bu konularla ilgili olarak hayvancılığın zararlarından başlayarak bilimsel veriler ışığında kısa bir incelemede bulunalım.
Hayvancılığın Çevresel Etkileri: Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü’ nün 2006 tarihli ve ‘Livestock’s Long Shadow: Environmental Issues and Options (Hayvancılığın Uzun Gölgesi: Çevresel Konular ve Seçenekler)’ adlı raporuna göre; • Hayvancılık faaliyetleri sonucu oldukça yoğun bir biçimde sera gazları (karbondioksit, metan, azot oksit) yayılmaktadır. Örneğin giderek artan sayıda hayvan üretimi ve buna bağlı olarak doğal alanların yok edilmesi, her yıl yaklaşık 2,4 milyar ton karbondioksit emisyonuna sebep olmaktadır. Aynı şekilde hayvanların sadece sindirim süreçleri ve dışkıları ortalama 100 milyon ton metan gazı emisyonuna sebep olmaktadır. Tüm dünyadaki karbondioksit emisyonunun %9 ’u, metan emisyonunun %37’ si ve azot oksit emisyonunun %65’ i, sadece hayvancılık faaliyetleri sonucu açığa çıkmaktadır. Bu değerler tüm dünyadaki motorlu taşıtların emisyonundan fazladır ve her yıl artmaktadır. • Tüm dünyadaki su kullanımının %8’ i sadece hayvancılık sektörüne aittir ve her geçen gün artmaktadır. Su sınırlı bir kaynaktır ve bu oran çok yüksektir. • Hayvancılık, giderek artan yem ihtiyacı ve bunun için gereken büyük alanlar dolayısı ile doğal alanların ve ormanların yok edilmesinin başlıca sebeplerindendir. Örneğin dünya üzerindeki tüm ekilebilir alanının %70’ i ve buzullar dışında kalan tüm dünya alanının %30’ u sadece hayvancılık sektörüne aittir ve bu oranlar giderek artmaktadır. Bu, pek çok canlının neslinin tükenmesine de doğrudan katkı sağlamaktadır. Bunlar, hayvancılık sektörünün zararlarından yalnızca birkaçı ki gördüğümüz gibi azımsanamayacak düzeyde önemli. Dünya nüfusunun ve buna bağlı olarak gıda tüketiminin büyük bir hızla arttığını da göz önünde bulundurduğumuzda karşımıza çıkan tablo gerçekten çok karanlık. Hayvancılık sektörünün pek bilinmeyen (ve bazen önemsenmeyen) bir yönü de hayvanların çektiği eziyetlerdir. Doğduğu andan öldürüleceği ana kadar türlü eziyetlere maruz kalan ve büyük çoğunluğu küçücük hücrelerde, kendi dışkılarının içinde yaşayan milyarlarca hayvanın kısacık hayatları, mezbahalarda son bulmaktadır. Yapay et, yukarıda değinilen çevresel sorunlarla birlikte artık yiyecek adına acı çekecek hayvan sayısının daha az olacağını vaat ediyor. Projeyi yürüten araştırmacı Profesör Post, yapay et sayesinde bir yandan hızla artan dünya nüfusu için efektif bir besin ve protein kaynağı sağlarken bir yandan da geleneksel hayvancılık yöntemlerinin dünyaya ve hayvanlara verdiği zarardan kaçınılabileceğini söylüyor. Oxford Üniversitesi’nden felsefeci ve biyoetikçi Profesör Julian Savulescu, yapay et hakkında şöyle diyor: ‘Yapay et hayvanlara uygulanan eziyeti sonlandıracaktır. Çevre için, sağlığımız için iyi bir alternatiftir. Bu çalışmayı desteklemek ahlaki zorunluluğumuzdur.’ Yapay etle ilgili bir sorun da işin ekonomik boyutu. Laboratuvarda üretilen normal bir hamburger eti büyüklüğündeki bu ilk yapay et, 325.000 $’ a ve pek çok bilim insanının 2 yıllık çalışmasına mal oldu. Teknolojik gelişmelerle birlikte bu maliyetin düşeceği ve yapay etin market raflarında yerini alabileceği öngörülürken, profesör Post bunun için ortalama en az on yıla daha ihtiyaç olduğunu söylüyor.
Yapay Et Konsorsiyumu, yakın gelecekte teknolojideki ilerlemelerle de birlikte 3500 € maliyetle bir ton yapay et üretilebileceğini öngörüyor. ‘Bu iyi bir başlangıç.’ diyor profesör Post, ve ekliyor; ‘Bunu gerçekten yapabileceğimizi gösterdik.’ Yapay et, eğer planlandığı gibi geniş çaplı üretime geçerek market raflarında yerini alabilirse bunun hem dünyamız için hem de hayvanlar için çok daha iyi olacağından kuşku yok. Fakat gözden geçirilmesi gereken bir konu var; acaba laboratuar ortamında üretilen yapay etin üretimi için gerçekten hiçbir canlının acı çekmesine ya da köleleştirilmesine ihtiyaç yok mu? Ne yazık ki; yapay etin üretimine başlanabilmesi için kök hücreler olmazsa olmazdır ve bu da sadece bir başka hayvandan alınabilir. Yani laboratuar ortamında hücre verecek bir donörün varlığına ihtiyaç var. Diğer bir değişle yapay et ‘vejetaryen/vegan’ değildir. Fakat halihazırda milyarlarca hayvanın eziyet gördüğü endüstriyel çiftliklerden daha iyi bir seçenek olduğu da kuşkusuzdur. Günün birinde hiç bir hayvanın kullanılmasına gerek kalmaksızın et üretile
bilirse, bizler ancak aslını yüceltecek bir taklit olmaması adına bu süreci bir geçiş dönemi olarak süreli destekleyebiliriz. Aslolan kendi doğamıza uygun çözümler geliştirmektir. Maastricht Üniversitesi Profesör Mark Post