Hayvanları severim. Kendimi bir hayvansever olarak görürüm (görürdüm daha doğrusu). İlkokuldan itibaren evde bir köpekle büyüdüm. Üniversite okumak için gittiğim yabancı bir ülkede, ilk defa kendi evim oldu- ğunda hemen bir kedi sahiplenmiştim. O zamandan beri de kedilerle yaşıyorum.
Küçüklüğümden beri sokaktaki her kedi-köpeği okşar, çapaklarını temizler, kenelerini ayıklarım. Gözleri hastaysa merhem sürerim. Burnu akıyorsa, sümü- ğünü siler, ilaç veririm. Hiçbir hayvandan korkmam, onlarla ilgili hiçbir şeyden iğrenmem (İnsanlar için aynısını söyleyemem). 20 yıldan fazladır düzenli olarak sokaktakileri besliyorum. Kışın onlara evler yapar, hastalananları gücüm yetti- ğince tedavi ettirmeye çalışırım vs. vs. Birkaç yıl önce, çalıştığım gazetedeki editör arkadaşım, hayvanlarla ilgili bir köşe hazırlamamı önerdi. O zamanki genel yayın yönetmenimiz de kabul etti, başladım. Önceleri “evcil hayvanlar” hakkında yazıyordum. Nasıl bakılır, nasıl sevilir vs. Evde besleyip sokaktakileri görmezden gelmek olmazdı. Onlar hakkında da haberler vermeye başladım; İtlaflar, barınakların durumu, ihtiyaç listeleri, ev arayanlar, evlat edinilenlerin hikayeleri … Niyetim haftada bir gün 10 dakikalığına da olsa, okuyanı bir hayvanla yaşamaya özendirmek, hayvanlar hakkında düşünmeye sevketmekti.
Sonra nesli tükenenlere, tutsak edilenlere, dişleri, kürkü için katledilenlere, deney hayvanlarına geldi sıra. Yunuslar, orkalar, filler, gergedanlar, tilkiler, foklar, fareler, maymunlar…
Ve derken besi hayvancılığı, süt sektörü… Çiftlikler, mezbahalar…
Yazmak için okumak gerekiyor. Ben de okumaya başladım. Okudukça da kendimi sorgular oldum; gerçekten hayvansever miyim?
Beslenme şeklimiz, hatta tüm tüketim alışkanlıklarımız, tamamen hayvanları sömürme ve öldürme üzerine. Biz doyalım, ısınalım, güzel olalım, genç, sağlıklı kalalım diye kitleler halinde yok ediliyorlar.
Et işi yapan bir tanıdığım vardı. Yanında çalışan ve işi kuzu kesmek olan adam şöyle demiş: “Hiç gözlerine bakmam, baksam bir daha yapamam çünkü…” Düşündüm. Ben de öyle yapmıyor muydum? Başka tarafa bakıyordum. Yüzlerce, binlerce, milyonlarcasının ömürlerini kapalı alanlarda, akıl almaz işkencelere maruz kalarak geçirmesini, sonra belirli bir ağırlığa ulaştıklarında boğazlanmalarını, kan gölleri içinde daha çırpınırken parçalara ayrılmalarını görmüyordum. Görmek, bilmek, duymak istemiyordum.
Öğrendikçe ya da zaten bildiğim şeylerle yüzleştikçe, sorular sormaya başladım kendime.
Bakmaya dayanamadığım şeye bünyem dayanabiliyor muydu gerçekten? Hayvan yemek normal miydi? İnsan sahiden et yemeli miydi? Üç beşini korumam, milyonlarcasına yapılan vahşeti görmezden gelmemi affettirir miydi? Türler arası ayrımcılık kabul edilebilir miydi? Sadece kedi-köpek beslemek miydi hayvanseverlik?
Et yemeyi içim kaldırmaz oldu. Bıraktım. Çok zor bir şey de değildi zaten.
Ama insanları bırakmak zor. Çevremde et yemeyen hemen hemen kimse yok. Düşünün ki siz et yemiyorsunuz, ama eşiniz, sevgiliniz, yakın arkadaşınız yiyor.
‘Hayvan yemek cinayettir’ diye düşünmenize rağmen, ‘azmettiriciler” ile aynı yatağa giriyor, aynı sofraya oturuyorsunuz. Teoride her canlıyı birey olarak görüp, pratikte pirzola yiyen sevgilinizi öpebiliyorsunuz.
Oysa ha insan yavrusu, ha koyun… Ben de sevdiğim insanların, sevdiğim canlıları yemesini ‘normal’ karşılıyor gibi davranıyorum. İkiyüzlülük biliyorum.
Et yiyenler “Biz yemeyenlere saygı duyuyoruz, onlar da bize duysun” diyor. Oysa bu sadece ağız tadıyla ilgili bir tercih değil. O tercih başka bir canlının yaşamı- na son veriyor.
İnsan olarak her şeye hak görüyoruz kendimizde. Dünya üzerindeki her şey bizim için sanıyoruz. Çünkü şimdilik gücümüz yetiyor.
Medeniyetimizin temeli, doğaya hükmetmek ve diğer canlıların zaaflarını bulmak üzerine kurulu. Bilinçsiz bir hızla çoğalıyor, bitmek bilmez bir iştahla tüketiyoruz. Ne kadar geliştiğimizi zannedersek o kadar vahşileşiyoruz belki de.
Ve elbette hayvan yememekle bitmiyor iş. Hayvan sömürüsü, hayatın her alanında…
Hiçbirine zarar vermeden yaşamayı “öğrenmek gerekiyor”.
Yazar: Itır ILGAZ