Uzm. Psikolog Öykü BÜYÜKDERE oyku@oykubuyukdere.com
Anlayamıyorum… Süt üretimi için hayvanların ne şartlar altında bakıldığını; etini yediği canlının, üzerine titrediği köpeğinden bir farkı olmadığını, kahvaltıda yemeden duramadığı yumurta için “ne tatlı” diye sevdiği civcivlerin “işe yaramayacak” olanlarının başına neler geldiğini, petshopta satılan hayvanların doğurtulduğu çiftlikleri defalarca anlattığım arkadaşlarımın bir çoğunun neden hala bu sektörlerin bir ya da birkaçını desteklediğini anlayamıyorum.
Facebook paylaşımlarımın hepsi gerçekleri anlatırken, tek amacım arkadaşlarıma kendi edindiğim bilgileri yansıtmakken, neden davranışlarını bu bilgiler ışığında şekillendirmek yerine bunları kişisel saldırı olarak algılayıp beni siliyorlar anlayamıyorum.
Uzun zamandır tanıdığım, çok sevdiğim, merhametli ve vicdanlı olduğunu bildiğim canım arkadaşlarıma tabaklarındaki yemeğin nereden geldiğini gösterdiğimde, sadece ve sadece gerçekten olanları onlara anlattığımda vermeleri gereken tepki tabaklarındakini üreten sektöre olması gerekirken gerçekleri dile getirdiğim için bana oluyor, bunu anlayamıyorum.
Çok takip edilen bir ünlünün instagrama koyduğu kuzu fotoğrafının altına gelen yüzlerce “çok tatlı” “kıyamam” “kurban olurum ben ona” yorumunu yapanların neden hala kuzu yediğini anlayamıyorum.
Yukarıdaki cümlelerin bir çoğunu ya da benzerlerini dile getirmiş ya da duymuşsunuzdur. Ben son 2 yıldır Türkiye’de yapılan vegan etkinliklerin ve konuşmaların çoğuna katılmaya çalışıyorum ve bu alanda benden çok daha önce farkındalığa kavuşmuş, “bağlantıyı kurmuş” kişileri hayranlıkla dinlemekten büyük bir zevk alıyorum. Zaman zaman hem onlardan hem de başka vegan/vejetaryen arkadaşlarımdan sıklıkla duyduğum bir konu var, bilgi çağında hayvansal ürünlerin nasıl üretildiğini öğrenmek bu kadar kolayken başkalarının neden hala hayvan sömürüsüne destek olduğunu anlayamıyor olmak. Çok sevdiğiniz, merhamet duygusundan şüphe etmediğiniz, hatta belki de hayatını sahipsiz sokak hayvanlarına adamış olan arkadaşınızla süt sektörünün nasıl işlediğini paylaştığınız halde neden bu sektörü desteklemeye hala devam ettiğini anlayamıyorsanız biraz psikoloji sohbeti yapmamız işlevsel olabilir.
Herhangi bir davaya (“cause”a) inanıyorsak insan davranışlarını anlayarak başlamak zorundayız
Öncelikle şunu unutmamamız gerekiyor; yaptığımız sosyal sorumluluk faaliyetleri insan hakları için de olsa hayvan hakları için de olsa, bu faaliyetlerin amacı bireysel olarak insanların hareketlerini (et yememek, faytona binmemek, kız çocuğunu okula göndermek, vs.) etkilemek de olsa yasaları değiştirmek gibi daha üst düzey çalışmalar da olsa; bu dünyada değişim yaratmanın tek yolu insan davranışını değiştirmektir. Bu bir tanıdığınızın et yemesini engellemek, bir kanun koyucunun faytonlarla ilgili düzenleme çıkarmasını sağlamak, bir marketin bitkisel süt satmaya başlamasını desteklemek olabilir; hepsi ama hepsi insan davranışını değiştirmekten geçer. Bu nedenledir ki çalıştığınız alan her ne olursa olsun, yapmak istediğiniz değişiklik, dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için seçtiğiniz yol her ne olursa olsun, yapılacak iş günün sonunda aynıdır: insan davranışını değiştirmek. O zaman hepimizin insan davranışlarının neden kaynaklandığını ve nelerden etkilendiğini anlamamız, yani biraz psikoloji öğrenmemiz gerekiyor.
Aktivistlerin Olası Yanılgıları
Dünyaya baktığımızda adaletin ve merhametin tarafında olanların her zaman ve kolaylıkla başarılı olmadığını görebiliriz. Bir davaya inananlar olarak diğer insanların davranışlarını neden değiştirmediklerine kimi zaman şaşırırız ve aslına bakarsanız çoğu zaman da davamızı savunurken çok etkili olduğumuz yanılgısına düşeriz. Bu yanılgıya düşerken fark ederek ya da etmeyerek (genellikle etmeyerek) bazı varsayımlar dahilinde düşünürüz.
Bize göre anlattıklarımızla davranış değişikliği yapabiliyor olmamız gereklidir çünkü:
1. İyi niyetli, sevgi dolu ve merhametli taraftayız, buna uygun davranışları savunuyoruz, kim buna karşı çıkabilir ki,
2. Diğer canlıları – insanları ve/ya hayvanları umursuyoruz – onlara değer veriyoruz,
3. Bu amaç için çok çalışıyoruz.
Bu gerekçe varsayımlarımızın her birinin farkındalık yaratma çalışmamıza bir miktar katkısı olmakla birlikte hiçbiri diğer insanların davranışlarını değiştirmek için doğrudan etkili değildir. Bunlar bizimle ve davamızla ilgili durumlardır; davranışını değiştirmek istediğimiz insanlarla ilgili değillerdir.
Araştırmalar gösteriyor ki hayvanlar ya da çevreyle ilgili nedenlerle yeme alışkanlıklarını değiştirmeye karar verip bu konuda girişimde bulunan her 6 kişiden yalnızca 1’i bunu başarıyor (Latvala et al.)1. Kalan 5 kişiyi ve diğer insanları da anlayabilmeliyiz ki davamızla ilgili doğru iletişim yöntemleri seçelim ve sonuca ulaşmak konusunda daha başarılı olalım.
Bu noktada şöyle bir durum da oluyor: psikoloji çoğumuzun bilgi sahibi olduğunu düşündüğü bir alan; her birimizin bir beyni ve davranışları olduğu için diğer insanların tutum ve davranışlarını anladığımız yanılgısına kolaylıkla düşebiliyoruz. Oysa ki bu “bilgiler” kendi çevremizden gözlemlerimiz ve anektodlarımızla kısıtlı oluyor, yani aslında öznel tahminlerimiz oluyor. Psikoloji bir sosyal bilim ve bu bilim dahilindeki araştırmalar bize insanları anlayabilmemiz için onların davranış değişikliklerine ve karar verme mekanizmalarına dair birçok veri sunuyor. İnsanları anlamak için bilmemiz gereken düşünsel süreçlerin ve kuramların bazılarına bugünkü yazımızda değineceğiz.
Değerlerimiz, Tutumlarımız ve Davranışlarımız
“Bunu kullanmak zararlıymış, yıllardır hergün kullandığım halde şu anda hemen bırakıyorum.” Sizce bu kadar kolay olabilir mi? Maalesef olmuyor.
İnsan karmaşık bir canlıdır ve insanın hiçbir davranışı tek bir nedenle basitçe açıklanamaz. Eğer öyle olsaydı, “kötü” olduğu bilinen davranışlar kolaylıkla bırakılırdı. Mesela dünyada kimse sigara içmez, herkes sağlıklı beslenir, herkes hergün spor yapar ve gelişmiş ülkelerdeki bir numaralı ölüm nedeni olan kalp damar hastalıkları hayat tarzı değişiklikleriyle tamamen engellenir, kimse kalp krizi geçirmezdi (kalp-damar hastalıklarının hayat tarzı değişikliğinde engellenebildiği son yıllarda kardiyaloglar tarafından kanıtlanmıştır.).
Oysa ki her bir davranışımızı etkileyen çoklu faktörler vardır. Bu yazıda geçen kuram ve süreçleri çalışan başlıca alanlar olan sosyal psikoloji davranışlarımızın diğer insanlar tarafından nasıl etkilendiğini, nöropsikoloji beynimiz tarafından nasıl şekillendiğini inceler.
Bilmenizi isterim ki kimse et yediği için kötü bir insan değildir, yeni doğan yavruların annelerinden uzaklaştırılmasını satın aldığı ürünlerle desteklediği için ya da herhangi bir canlının sömürüsüne destek verdiği için de kötü bir insan değildir. İnsanla ilgili hiçbir davranışın “bunu ancak kötü/ umursamaz/sevgisiz insanlar yapar” gibi basit önergelerle açıklanamayacağını kabullenmemiz gerekir. Kimi zaman bazı hayvan hakları aktivistleri yaşadıkları duygu yoğunluğu nedeniyle diğer insanların davranışlarını etkileyen çoklu değişkenleri göz ardı edebiliyorlar ancak bunun hiçbir canlıya faydası olmuyor.
İnsan davranışlarını anlamak, açıklamak ya da etkilemek için davranışları belirleyen karmaşık süreçleri tanımamız gerekir. Aksi takdirde “ona bu yaptığının yanlış olduğunu anlattığım halde hala devam etmesine” şaşırdığımızla kalırız ve etkimiz çok kısıtlı kalır.
Temelde davranışlarımızı tutumlarımız, tutumlarımızı da değerlerimiz belirler.
Kimi zaman da bunlar arasında uyumsuzluk meydana gelir.
Bilişsel Uyumsuzluk (Cognitive Dissonance)
Zekasından asla şüphe etmediğiniz o sevgili arkadaşınız “ben yemezsem nasılsa başkası yiyecek” gibi size pek de akıllıca görünmeyen mazeretler sıraladığında ne diyeceğinizi mi şaşırıyorsunuz? Tüm hayatını ve kaynaklarını sahipsiz sokak hayvanlarına adayan arkadaşınız Yulin köpek festivalini engellemek için büyük çabalar gösterdiği akşam tabağındaki et için “ama bu hayvanlar aptal, köpekler akıllı” dediğinde ve siz o tabağındaki hayvanın da ne kadar akıllı olduğuna dair videolar izlettiğiniz halde bu cümlesinde ısrar ettiğinde nedenini anlayamıyor musunuz?
İnsanlar birbirleriyle çatışan davranış, düşünce, duygu, tutum ya da değerler içinde olduklarında bununla ilgili bir rahatsızlık yaşarlar. Bu çatışmanın yarattığı belirsizlik ve dengesizlikten kurtulmak, zihinsel dengeyi tekrar sağlamak için mazeretler üretmek kişiyi rahatlatır. Eğer hayvan haklarını savunan bir kişi aynı zamanda hayvanları yiyorsa ya da sömürüyorsa ya yeme davranışını değiştirir ya da yemeye devam etmek için kendisine mazeret sunmak ister, böylece bilişsel uyumsuzluğundan kurtulur. Kimi zaman çevremizden duyduğumuz, söyleyene yakıştıramadığımız kadar mantıktan ya da duyarlılıktan uzak mazeretlerin temelinde bilişsel uyumsuzluklarını dindirme isteği vardır. Tabi bu kişiler genellikle bunu bilinçli yapmazlar, zihinleri çatışmayı bastırmak için bir yol bulmaktadır. Aksi takdirde bu çatışma; öfke, utanç, suçluluk gibi daha da rahatsızlık verici duygulara yol açabilir.
Empatiden Kaçış
Araştırmacı Daniel Batson’a göre insanlar acı çeken bir canlıdan haberdar olduklarında ya da karşılaştıklarında genelde iki çeşit tepkiden birini gösterirler. İlki empati duymaktır, o canlının perspektifinden bakmak, dünyayı onun gözünden algılamaktır. Bunu yapan kişilerin yardım etmek ya da kendi davranışlarını kalıcı olarak değiştirmek için motive olduklarını görürüz.
Diğer olası tepkiyse acı çeken bir canlıdan haberdar olunca kendi bireysel olumsuz duygularına (üzüntü, hayal kırıklığı gibi) odaklanmaktır (Batson, et al., 1997)2. Bununla muhtemelen karşılaşmışsınızdır; “çok üzüldüğüm için barınaklara gidemiyorum,” “bana gösterme o videoyu, dayanamıyorum” cümlelerini daha önce duyduysanız işte bunlar ikinci tepkiye örneklerdir.
İnsanların empati duygusunun olası sonuçlarından ve kendi davranışlarına etkilerinden kaçma eğilimine empatiden kaçış denir. (Shaw, et al., 1994)3
Bu durum, insanlara gerçekte olan biteni anlattığınızda bunları yok saymalarını açıklar; onlar aslında olumsuz duygular hissetmekten kaçmak isterler. Kimi zaman da empati duymayıp kendi duygularına odaklanarak konuyu geçiştirmek için üzüldüklerini dile getirir ama kendilerini acı çeken canlıların yerine koymuyorlarsa uzun vadeli bir davranış değişikliği gerçekleştirmeden konuyu unuturlar.
Et Yemek Doğal, Normal ve Gereklidir
Sosyal psikolog Melanie Joy et yemenin psikolojisini incelediği kitabında4 bu davranışın insanlarca doğal, normal ve gerekli (İngilizce 3N – natural, normal, necessary) olarak algılandığını anlatır. Sosyalleşme süreciyle insanlara et yemenin doğal, normal ve gerekli olduğu öğretilmiştir. Doğaldır, biyolojimizde vardır ve canımız ister, bizim türümüz et yemek için evrimleşmiştir. Normaldir çünkü medeni toplumlarda et yenir, diğer insanlar bizden et yememizi beklerler. Gereklidir çünkü güçlü ve sağlıklı bireyler olmamız ve hayatta kalmamız için yememiz gerekmektedir. Bu üç mesaj, aile, medya, din, özel sektör gibi birçok sosyal kanaldan sürekli pekiştirilir. Et yemenin doğal, normal ya da gerekli olmadığını ortaya koyan birçok bilimsel kaynak olduğu halde bu mesajlar toplumda o kadar derinleşmiştir ki sarsmak kolay olmaz.
Alışkanlıklar
Alışkanlık diyince aklınıza yalnızca kumar ya da madde bağımlılığı gibi çok belirli konular geliyorsa yanılıyorsunuz. Biz aslında alışkanlıklarımızdan oluşan canlılarız. Araştırmalara göre gün içerisinde verdiğimiz kararların yüzde 45-50’sini aslında o anda vermiyoruz, alışkanlıklarımız belirliyor. Sabah saat çaldığında ne yaptığımızdan, öğlen ne yediğimize, telefonu tutuş biçimimizden nasıl uykuya daldığımıza kadar birçok hareketimizin temelinde alışkanlıklarımız yatıyor.
Herhangi bir davranışı tekrarlı şekilde yaptığımızda beynimizde bu davranışa dair nöron bağlantıları oluşur ve hayatta kalmayı kolaylaştırmak amacıyla kısa yolları seven bir organ olan beyin için hali hazırda yapılmış bu bağlantı, daha önce yapılmamış bir davranışın bağlantısına göre daha fazla tercih edilen seçenek haline gelir. Buna Hebb’in kanunu denir. Birbirleriyle ateşlenen nöronlar bağlantı oluşturur (“neurons that fire together wire together”). İnsanların alışlanlıklarını değiştirmesinin çok zor olmasını nöropsikiyatri bu şekilde açıklamaktadır.
Çoğu zaman alışkanlıklar o kadar güçlüdürler ki yerleşmiş bir alışkanlığı – hele de tüm beslenme ve hayat tarzını (yani aynı anda birçok alışkanlığı) – değiştirmek için aynı oranda güçlü bir ikna süreci ya da yeni değer sistemi gerekir.
Bugün diğer insanları anlamak için onların karar verme mekanizmalarını etkileyen süreçlerin bazılarını konuştuk. Bunlar ve burada değinemediğim birçok başka etkenin sinerjik şekilde çalıştığını ve değişimin kolay olmadığını hep hatırlamamız gerektiğini düşünüyorum. Siz ya da bazı tanıdıklarınız bir kitap okuyup, bir video seyredip tüm hayatınızı değiştirmiş olabilirsiniz; bu harika! Ancak çoğunluk olmadığınızı bilmeniz gerekiyor. Daha fazla canlıya yardım edebilmek için çoğunluğu anlamak durumundayız.
Önümüzdeki yazılarda insanların varolan değer sistemlerini sarsan bir bilgiyle karşılaştıklarında ortaya çıkan direnç mekanizmalarını ve bunları kırıp daha rasyonel bir düşünce sistemine yaklaşmalarını nasıl sağlayabileceğimizi konuşmaya devam edeceğiz.
Dergide ele almamızı istediğiniz konular olursa lütfen e-postayla bana ulaşmaktan çekinmeyin.
(Endnotes) 1 Latvala, T., Niva, M., Makela, J., Pouta, E., Heikkila, J., Koistinen, L., Forsman-Hugg, S., and J. Kotro. “Meat Consumption Patterns and Intentions for Change Among Finnish Consumers.” EAAE 2011 Congress on Change and Uncertainty. Zurich: ETH Zurich, 2011. 2 Batson, C. D., Early, S., and G. Salvarani. “Perspective Taking: Imagining How Another Feels Versus Imagining How You Would Feel.” Personality and Social Psychology Bulletin 23 (1997): 751–758. 3 Shaw, L. L., Batson, C. D., and R. M. Todd. “Empathy Avoidance: Forestalling Feeling For Another In Order To Escape The Motivational Consequences.” Journal of Personality and Social Psychology 67.5 (1994): 879–887. 4 Joy, M. Why We Love Dogs, Eat Pigs, and Wear Cows: An Introduction To Carnism. Conari Press, 2009. 121
Veg&Nature Dergisi yaz sayısında yayınlanmıştır.