Demek et-süt yemiyorsun, vah vah…

0
3829

 B12 vitamini konusu da farklı değil. B12 vitaminini biz insanlar üretemediğimiz gibi sığırlar da üretemez. Barsaklarında yaşayan bakteriler üretir B12 vitaminini. O bakteriler nereden gelir? İnek otlarken otların arasında bulunan pisliklerden gelir tabii ki. Peki bizim etini yediğimiz sığırlar böyle mi besleniyor? Elbette hayır. Onlar küspe ile besleniyorlar: Pancar küspesi, soya fasulyesi küspesi, mısır silajı… Tertemiz hepsi de. Ayrıca, bu sığırlara o kadar çok antibiyotik veriliyor ki, kazara barsaklarına yerleşmiş olabilecek mikropların yaşama şansı pek yok. Bu yüzden ABD’de son senelerde et yesin-yemesin herkese B12 takviyesi öneriliyor rutin olarak.

vega-1-166

Birinin et yemediğini duyduğumuzda ilk tepkimiz onun kansızlık çekmekte olduğudur. Eğer biraz daha derin bilgi sahibi isek, bu kişinin demir eksikliği veya B12 vitamini eksikliği tehlikesine dikkatini çekeriz. Süt ve süt ürünlerini tüketmeyen birisi için de ilk aklımıza gelen kalsiyum eksikliği ve osteoporoz olur. Oysa hastalıkların hayvansal besin tüketenlerde ve tüketmeyenlerde görülme sıklığı arasında öyle büyük fark var ki… Ve bu fark hayvansal besin tüketiminin şart olduğunu savunanları şaşırtacak ölçüde. Ama oraya gelmeden önce et tüketmeyince kansız kalınmayacağını, süt tüketmeyince osteoporoz olunmayacağını açıklamakta fayda var. Daha ötesi, durum bunun tam tersi de olabilir… Kan yapımı için her şeyden önce sağlıklı bir kemik iliği ve sağlıklı böbrekler gerekir çünkü kan yapımını uyaran hormon böbreklerde üretilir ve kan hücreleri de kemik iliğinde üretilir. Kan yapımı için gereken maddeler ise beslenme yoluyla dışarıdan alınan demir ve proteinlerdir. Tabii bir de B12 vitamini var katalizör olarak. Aslında daha birçok katalizör madde vardır ama şimdilik bu üç temel madde ile yetinelim. Bu ögelerin hepsini de et yemekle alabiliriz. Fakat biliyor musunuz, artık besi çiftliklerinde sığırlara danalara demir verilmiyor? Çünkü demir, etler rafta beklerken hızla okside olarak etlerin renginin kararmasına yol açıyor. Bunun tüketicide bayat et izlenimi bıraktığı ve tüketicinin pembe renkli etlere yöneldiği fark edilerek, demir yaklaşık 25-30 yıldan beri sığırların beslenmesinden çıkarılmış durumda. Demir eksikliğinden ötürü buzağılar ahır kapılarındakipaslı menteşeleri yalıyorlar. Ve tüketici işte o demirden fakir etleri yiyor, çocuklarına o etleri yediriyor; 25-30 yıldan beri. Demir eksikliğinden ötürü rafta beklerken pembe pembe duran etleri. Sığır etinin protein içeriğine gelince, besi çiftliklerinde hareketsiz ve doğal beslenmesinin dışında, hiç bilmediği, doğasına aykırı besinlerle zoraki beslenen sığırların etindeki protein bir türlü istenen düzeye ulaşamadığı için yemlerine yine sığır eti karıştırıldığını deli dana hastalığı vesilesiyle öğrendik. Bu krizden sonra başka bir yola başvurdu besiciler; hayvanın sağrısından mideye giden bir boru yerleştirip bir sığırın normalde yiyemeyeceği miktarları ona yedirmeye çalışıyorlar. Peki ne için? Etteki protein oranını yükseltmek için. Çünkü hala düşük. Düşük protein seviyesinin tek sebebi hareketsizlik de değil aslında. Sebep bu hayvanların hasta olması. Hepsi metabolik sendrom, yani şeker hastası. O yüzden etlerinde proteinden çok yağ var. Metabolik send
romun doğal sonucu… İşte et yiyenler böyle bir et tüketiyor. Demirden fakir ve protein içeriği sanıldığı kadar yüksek değil… Oysa, 100 gram kabak çekirdeği ve ya soya fasulyesi 100 gram etten daha çok protein içeriyor. Demir ise aynı ağırlıktaki (kuru) nohutta daha fazla. Sütteki durum da pek farklı değil. Kalsiyumun tek kaynağının süt olduğunu düşünenlere soralım; inek o kalsiyumu kendi imal etmediğine göre, nereden alır dersiniz? Otlardan elbette! Gerçi günümüzde bu geçerli değil, zira artık ineklere ot neredeyse hiç verilmediği için, ağırlıklı olarak küspe ile beslendikleri için ineklere mermer tozu veriliyor kalsiyum kaynağı olarak. Bunu herkes yapabilir oysa, o kadar kaloriyi almadan, ineğe verilen ve tabii ineğin sütüne de geçen onca ilacı almadan sağlıklı bir şekilde kalsiyum takviyeleri ile karşılayabilirler kalsiyum ihtiyaçlarını. Ya da, asıl kaynağa yönelip, yeşilliklerden karşılanabilir kalsiyum ihtiyacı. Veganlar yıllardır böyle yapıyorlar. Böyle yapmakla sadece kemik sağlıklarını korumakla kalmıyorlar, mineral ve vitamin ihtiyaçlarını doğal yoldan karşıladıkları gibi, kendilerini birçok hastalıktan koruyacak olan sağlıklı vücut pH’ını da elde ediyorlar. 90’lı yıllarda Kaliforniya UCLA Tıp Fakültesinde ilginç bir çalışma yapıldı. Sonuçları vücut pH’ının yani asiditesinin önemini anlatmaya yetecektir: Çalışmada 40-60 yaşlarındaki 900’ün üzerinde kadının beslenme alışkanlıkları sorgulandı, vücut asiditelerine bakıldı ve kemik yoğunlukları ölçüldü. Sonuçlar değerlendirildiğinde bu kadınların kabaca iki grupta toplandıkları
görüldü. 1. grupta asidite düşüktü ve kemik yoğunlukları iyiydi. 2. grupta ise asidite yüksekti ve kemik yoğunluğu tehlikeli sınırlardaydı. 1. gruptaki kadınların beslenmelerine bakıldığında bitkisel ağırlıklı beslendikleri görüldü. 2. grup ise daha çok et, daha çok süt tüketiyordu. Benzer araştırmalar başka merkezlerde de tekrarlandı, sonuçlar birbirini destekler nitelikte idi. Hayvansal ağırlıklı beslenme vücudu her çeşit hastalığa karşı savunmasız bırakan bir faktörü, asiditeyi besliyor ve aynı faktör osteoporoz için de zemin oluşturuyor. Hayvansal besin tüketenlerin maruz kaldıkları bir başka tehlikeye de dikkat çekmekte fayda var: Bilmeden aşırı antibiyotik kullanımı. Sadece 2000 yılında tüm dünyada üretilen antibiyotik miktarının 100 milyon kilo olduğu tahmin ediliyor (25 milyon kilosu ABD üretimi). Bu miktarın %70’inin hayvanlara verildiği de yine ilaç firmalarının istatistiklerinden alınan bir bilgi. Hayvanlara antibiyotik verilmesi antibiyotiklerin keşfinden bu tarafa rutin olarak uygulanan, üretimi artırıcı bir önlem ve insanlardaki antibiyotik direncinin en önemli nedeni olabileceği düşünülüyor. Hayvansal ürünlerdeki antibiyotik düzeyleri o kadar yüksek olabiliyor ki, düzenli olarak hayvansal besin tüketen insanların bağırsak flora düzensizliklerine, kandidaların bağırsakta aşırı üremesine, hatta şiddetli alerjilere yol açabiliyor. Ne dersiniz, onlar veganlara-vejetaryenlere acıyorlar belki ama aslında hayvansal besin tüketenler acınacak durumda değil mi sizce de?…

Dr.Nilgün Eröztürk

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here